Bu Blogda Ara

2 Şubat 2011 Çarşamba

ANADOLU ALEVÎLERİ'NİN İNANÇ ÖNDERLERİ


(OCAKLAR-DEDELER VE BABALAR)

Bin yıllık Anadolu Aleviliği ve bun paralel olarak devam eden yediyüzelli yıllık Bektaşilik, denilebilir ki; inançsal yapısı ile birlikte bir kültür hazinesidir. Bir kültür hazinesinin kapısını aralayıp içine giren, fikir-görüş ve düşünüş deryasında yoğrularak, üstün nitelikli bir insan-ı kâmil olur. Hem iken olgunlaşır, çiğ iken pişer ve gerçeklik kapısının yüceliğine erişir.
Hacı Bektaş Veli, Orta Anadolu-Ege-Akdeniz bölgeleri ile Balkanlarda ardılları ile birlikte Bektaşiliğin temellerini atıp bu inanç dünyasını kurumlaştırırken, Doğu Anadolu'da da ocakzade dedeler, Alevi oymaklarını kendilerine bağlayıp yönlendiriyorlardı.
Alevilik ile Bektaşilik, aynı inanç ve kültür özelliğini taşımakla beraber, işin başında olan inanç önderleri, farklı kaynaklardan yetişmişlerdir.
Bektaşilik, dergâhlarda eğitim görerek yetişen, olgunlaşıp kemalet mertebesine oluşan dervişler arasından seçimle iş başına gelmiş "Postnişin babalar" tarafından yürütülürken, Doğu anadolu'daki Alevilik ise, babadan oğula geçen "ocakzade dedeler" tarafından yürütülmüştür. Bektaşi dergâhlarındaki babalar, belli bir eğitim düzeyinden geçip, yapılan sınavlar sonucunda "halife baba" -"dede baba" gibi basamaklardan geçerken, ocakzade Alevi Dedeleri, böyle bir eğitimden yoksundu. Çünkü, onları eğitecek dergâhlar gibi kurumlar yoktu. Olan dergâhlar ise, aile ocaklarının dergâhları idi.
Alevi dedelerinin tek tutanakları, cemlerde ateşe girmek, kızgın demir veya sobayı diliyle yalayarak söndürmek, ya da kaynar bir kazandan eliyle, pişmiş olan eti çıkarmak gibi eski Şamanist kamlarının kerametlerini göstermekti.
"Ayin-i Cem" kuralları, "Semah" biçimleri, "Gülbank ve Düvaz-i İmamlar" aynı olmakla beraber Doğu'daki Alevi oymaklar, batıdaki Bektaşiliği kendilerini bağlı hissetmiyorlardı. Yani Bektaşî değillerdi. Ama, Hacı Bektaş Veli ve ardıllarına büyük saygı duyarlardı. Böylece Doğu Anadoluda sadece ocakzade dedelerin ellerinde olan Alevilik vardı.
Alevilik, geniş bir kavramdır. Bektaşilik ise, Aleviliğin içinde olan bir tarikattır. Yani, bu demektir ki, her Bektaşi bir Alevi'dir ama, her Alevi, bir Bektaşi değildir. Tıpkı Sünnilik'teki gibi.
Sünnilik'de (Hanefilik-Şerifilik-Hambelilik-Malikilik) gibi mezheplerin yanı sıra, yine birbirinden farklı (Nurculuk-Nakşibendilik-Süleymancılık-Aczimendilik-Mevlevilik) gibi tarikatlar vardır.
Sünnilik'teki mezhepler gibi alevilik'te de (Caferilik-İsmailiyelik-Fatımilik-Dürzilik) gibi mezhepler oluşmuştur.o
Bu duruma göre: Alevilik ve Sünnilik, Sıffın savaşından snra meydana çıkmış iki büyük İslâmi gruptur. Bunu böyle bilmekte yarar vardır. zira, Aleviliği, hâlâ beşinci mezhep gibi görenler vardır ki, bu da çok yanlış bir olgudur. Bütün bu açıklamalara göre denilebilir ki, Sünni mezheplerdeki tarikatların çokluğuna rağmen, Vefailik ve Babailiği tarihin sayfaları arasına bırakarak günümüzda hâlâ yaşayan Bektaşilik'ten başka tarikat yoktur. Yine denilebilir ki, Mevleviliğin dışında tüm sünni tarikatların hepsi çağdışı, tutucu ve katı olmalarına karşılık, Anadolu Aleviliğindeki Bektaşi tarikatı, hümanist, insan sevgisine dayalı laik ve demokrat bir yapıya sahiptir. Alevilik ve Bektaşilik'te "Eline, beline sahip olma" gibi insanı insan yapan temel ilkeler ve büyük hoşgörü eğemendir. Bunlar, Aleviliğin ve Bektaşiliğin vazgeçilmez temel yollarıdır.
Böylece görülmektedir ki, Batı Anadolu'daki bektaşiler kadar, Doğu Anadolu'daki Aleviler de bağlı oldukları ocaklar ve bu ocaklarda yetişmiş Dedeler ile birlikte bin yıllık Anadolu Alevi kültürüne damgalarını vurmuşlardır. 

                                                 OCAKLAR

Doğu Anadoludaki Alevi toplumunu, inançsal yönden etkileyen, yönlendiren, onlara "Pirlik-Dedelik-Rehberlik" eden ruhani kesim, kendi aralarında birtakım dalara ve kısımlara ayrılırlar. Bu sınıflandırma da genellikle şöyle bir tablo göze çarpar.
1 - Kureyşanlılar
2 - Baba Mansurlular
3 - Pir Sultanlar
4 - Ağuçanlar (Ağu İçenler)
5 - Sarı Saltıklar
6 - Üryan Hızırlar
7 - Derviş Cemaller
8 - Seyitsabunlar
9 - Sinemilliler
10 - Şeyh Ahmet Dedeler
11 - Dede Karkınlar
12 - Hıdır Abdal Ocağı 



               OCAKLI DEDELERİN TARİHSEL GELİŞİMİ 

Bütün ocaklı dedeler, Horasanlı olduklarını, Anadolu'ya Horasan'dan geldiklerini söyler ve kabul ederler. Bunu da, atalarından duyarak söyleye gelmektedirler. Ancak pek çoğu, tarihsel oluşumun bilincinde değil. Kimse merak edipte bir araştırmanın içine girmemiştir. Yalnız, Hz. Ali soyuna dayandıklarını ve o soydan geldikleri inancı içindedirler. Tarihin sayfalarını irdelediğimizde şöyle bir yaklaşımda bulunmak olası.
Abbasiler döneminde, Arabistan'da ve Bağdat'ta Abbasiler'in kanlı terörü esmektedir. Harun Reşit ile yönetimin başında olan Bermekoğlu Caferin arası açılmış, bütün Bermekiler kılıçtan geçirilmiştir. Bu arada İmam Musa-i Kâzım'ı kendisine rakip olarak gören Harun Reşit, kendisini zehirleterek öldürmüştür.
İmam Musa-i Kâzım'ın zehirleterek öldürülmesinden sonra paniğe kapılan çocukları Arabistan'a giderken, iki oğlundan İmam Ali Rıza Horasan'a İbrahim El Mucap da Nişabur'a gitmiştir. İmam Musai Kazım'ın otuz dokuz oğlu, on bir kızı olmuştur. Türkler arasına gidip yerleşen İmam Ali Rıza ile İbrahim El Mucap, bulundukları yerlerde Türklerle evlenmişler, doğan çocuklarına da Seyyid denilmiştir. Bu Seyyidler, akan zaman içinde Türkleşmiş fakat, baba tarafından Hz. Ali'ye ulaştıklarını ve neseplerini unutmamışlardır. Denilmektedir ki Horasan'daki İmam Ali Rıza'nın çocukları, günümüzdeki dedelerin ve seyyidlerin atalarıdırlar. Ancak, Seyyidlerin çoğalmaları sonucu, bugünkü ocaklar oluşmuştur.
Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi'nde de, Hacı Bektaş Veli'nin 11. kuşaktan İmam Musa-i Kâzım'ın diğer oğlu İbrahim El Mucap'a dayandığı bildirilmektedir.
Seyyidlerin Horasan'da çoğalmaları sonucu, gerek orada iken ve gerekse Anadolu'ya Türkmen oymaklarla birlikte göç ettikten sonra, her biri ayrı ayrı oymakta, daha sonra nüfusun çoğalması sonucu, aynı oymak içinde birer grup aileye pirlik ve dedelik yapmışlardır. Bu gelenek ve yaşantı, günümüze kadar süregelmiştir.
Seyyidler, nüfuz ve kudretlerine göre merkezdeki en büyük ve etkin postnişe daima bağlı kalarak, halkı kurulan dergahlarda (Baba ocaklarında) eğitmişler, işlemişler ve yol göstermişlerdir. Günümüzde hala Doğu Anadolu'da "Dedelik ve Seyyidliklerini" sürdüren tarikat pirleri, Horasan'dan geldiklerini ve soy itibariyle Horasan'a gidip yerleşen İmam Musa-i Kazım'ın oğlu İmam Ali Rıza'ya dayandıklarını söylemektedirler. Seyitlik kuralları gereğince, kendilerine bağlı taliplerden kız alıp vermezler. Bireysel evlenmeler dışında, genellikle bir seyit, başka bir seyidin kızı ile evlenir.
Kimi ocakzade dedeler de kendilerini, direkt olarak İmam Zeynel Abidine'e bağlarlar. Tarihsel olgulara göre bu doğru değildir. Çünkü, İmam Zeynel Abidin, Miladi 10 Ekim 680 yılında Kerbelâ'da şehid edilen İmam Hüseyin'in oğludur. İmam Zeynel Abidin'in oğlu Muhammed Bakır, torunu da İmam Cafer Sadıktır. İmam Musa-i Kâzım da, İmam Cafer Sadık'ın olğudur. Bu durumda soylarındaki Arap ırkına, Türk veya Türkmen ırkından hiçbir karışım söz konusu değildir. Bu silsilede görülmektedir. Ki, Anadolu'daki dedelerden kimi ocakların direkt olarak Zeynel Abidin'e dayanması yanlıştır. Olsa olsa, bu tür ocaklar ancak, İmam Ali Rıza'dan gelme olup, babaları Zeynel'den dallara ayrılmış ve çoğalmış olabilirler.
Zamanımızda ocakzade dede olarak kendilerini gösterenlerin sayısı pek fazladır. Öyleki, kimi zaman talipten çok, dede görülmektedir. Çevrelerindeki nüfuz etkinliğini göstermek bakımından yapay dedeler de görülebilmektedir.
Dedeler, geçimlerini temin için yazın kendini köylerinde, bağ ve bahçelerinde çalışırlar. Kış mevsiminde çalışırlar. Kış mevsiminde de müridlerini dolaşarak cem yapar, halka telkin verirler. Bu dede olacakları da kendi aralarında birbirlerine bağılıdırlar. Bu konuda Prof. Dr. Fuat Bozkurt, dadalik olayına şöyle değinmektedir:
"Ocaklar, birbirlerinden kız alıp verirler. Soylarının müridlere karışmamasına özen gösterirler. Ocağa bağlı köyler, obalar vardır. Bu, belli ölçülerde bir örgütlenme biçimidir. Anadolu'da Aleviler en yoğun baskı dönemlerinde bile bu dedelik örgütü işlevini sürdürmüştür. Dinsel törenleri başarı ile yerine getirmişlerdir.
Dede ocakları birbirine bağlıdır. Bu örgütlenme biçimi, bir zincirin halkalarını andırır. Her dede ocağının görülebileceği başka bir dede ocağı vardır. Böylece gerektiğinde dedeler de toplumdan bir birey gibi dinsel törende bulunurlar. Başka dedeler önünde hesap verirler, yargılanırlar. Alevi inancındaki "El ele, el hakka" ilkesi, dedelik örgütünde kendisini gösterir.
Bütün Anadolu'da köylerin, obaların dedelere, dedelerin de birbirine bağlı olduğu bir örgütlenme biçimi ile Alevi toplumu her zaman birbirinden haberi olan, birbirini tanıyan kurum olarak yaşaya gelir. Bu nedenle uzak bölgelerdeki Aleviler de birbirini bilip tanır.
Keramet göstermekle ünlü dedeler vardır. Keramet gösterdiğinde inanılan dedelerin bir bölümüne "Budala-Divane" denilir. Aleviler arasında kimi dedelerin doğa güçlerine egemen olduğuna inanılır. Günümüzde değin gelen pir ocaklarından bir bölümünün doğrudan ateşe egemen olma gücüne sahip olduğuna inanılır. (1)
Bu kısa açıklamadan sonra, yukarıda 12 boy halinde gösterdiğimiz ocakların ve bağli oldukları dedelerin yapısal özelliklerini ve kimliklerini özet olarak şöyle açıklayabiliriz:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder